Thursday, May 7, 2020

S1B05 ÂŞIKLAR ÇIKMAZI



  Podcast Çıkmazı Osman Nuri Ergin’i anarak beşinci bölümü olan Aşıklar Çıkmazı ile karşınızda. Konumuz Cinsellik ve Takılar.

Âşıklar Çıkmazı mı Aşıklar Çıkmazı mı?
Âşıklar çıkmazı Beykoz’daki bir çıkmaz. Aynı zamanda Avrupa Yakası’nda da bir tane bulunuyor. Birden fazla bu isimde çıkmaz var çünkü herkesin aşk tanımı başka. Mesela bu Âşıklar çıkmazının dışında Aşıklar çıkmazı da olabilir. Burak Refik ve İldeniz bu konuda  “Aşık atmak? Bir o aşık atmak var bir de bir şeyi aşmışlık, aşıklık. Böyle bir şey var mı? Bilmiyoruz. Ya da su çayın boyunu aşık.” Gibi örneklerle bulmaya çalıştılar. Hangisi doğru biz de pek seçemedik ama söyleyebileceğimiz tek şey Avrupa Yakası’ndakinin Aşıklar Çıkmazı, Buradaki Âşıklar Çıkmazı olduğu.

  Aşk üzerine
  İldeniz anlatıyor: “Herkesin aşk tanımı başka, benim aşk tanımım baya böyle bu evrim ağacına girdiğinizde karşınıza çıkacak olan o Seratoninler, Dopaminler’in bilmem nesinin karması olan -ki her insanda da yine karması olan- hormonal bir bombalama diyelim. Adrenalin, sempati bombalaması. Budur benim için aşk açıkçası. O kadar yüceltilecek bir şey değil. Aşkı 15 dakika içerisinde de yaşayabilirsin herhangi biriyle aylar sonrasında tanıştıktan sonra da. Tanıştığın saniyede de yaşayabilirsin, 15 yıllık hiç sevmediğin karınla da bana soracak olursan. Tamamen bilimsel bir şey olduğunu düşünüyorum.”

  Burak’a göre de “Ben de duygusal bir şey olduğunu düşünüyorum ama kontrol edilebilir, yönetilebilir bir şey gibi geliyor bana. Yani elbet bilimsel araştırmalar, dayandığı bir nokta falan vardır ama âşık oldum demek… Aşka inanmaktan ziyade insanlar kendilerini âşık olduğuna ya da âşık olmadığına inandırıyor ve bu klasik mevzu bir kişiyi, herhangi bir kişiyi, sen âşık olduğunda dünyanın en muazzam kişisi olarak görebiliyorsun. Bütün kusurlarını falan atmış bir şekilde. Yani insan kendisini bir şekilde buna ikna ediyor ve aşk böyle ortaya çıkıyor gibi geliyor bana.”

  Refik'in aşk tanımı ise şu şekilde: “Şimdi bu konuda ben biraz okuduklarıma dayanarak söyleyeceğim. Bir insandan hoşlanmamız ortalama 4 dakika sürüyor. Ve o 4 dakikada kendimizden bir şeyler buluyoruz. Ne bulduğumuzu bilmiyoruz kişiden kişiye çok değişiyor ve ne etkili oluyor bilmiyoruz ve evet hormonların ilk aşamasında, en azından patlamasından meydana gelen bir şey aşk. Aşkın üç aşaması olduğundan bahsediyorlar. İkinci aşamada daha çok bağlanıyormış insanlar ve üçüncü aşamada Oksitosin diye bir madde salgılanıyormuş. Bu da git gide huzur veriyormuş insana. Daha da bağlıyor ve bağımlı hale getiriyormuş ve bu kadınlarda bu doğum yaptıktan sonra artan bir şey. Yani şunu söyleyebiliriz buradan evlilikler çocuk olduktan sonra en azından kadın tarafından daha çok benimseniyor. Bağlayıcı oluyor.”

 Aşk kontrol edilebilir mi?
  İldeniz Refik’in tanımladığı şeye katıldığını belirtiyor. “Mantıklı bence zaten evet bilimsel açıklamadan kastım oydu sadece üç aşama falan, kafamda o şekilde ayırmış değilim ama âşık kelimesine çok kıl oluyorum. Aşk dediğin şey korku gibi bir duygu. Sen kontrol edilebileceğini söyledin (Burak’a) diyor. “Korkuyu kontrol edemezsin mesela imkanı yok.” Burak da “Yüceltebilirsin ama korkunu.” Diye karşılık veriyor.

  “Ama ne kadar kendini ikna edersen et o uçurumun kenarına geldiğinde sen korkacaksın. O uçurumun kenarına gelip aşağı atlayacağına kendini ikna et ve aylarca bunu düşün ama ne yaparsan yap, sen o uçurumun kenarına gelince korkacaksın. Aşk hissetmen gerektiği zaman da, bunu hissedeceksin. Issız adam olmakla bunu engelleyemezsin ya da yalnız olmakla bunu arttıramazsın bana soracak olursan. Her türlü hissedersin.” Diye devam ediyor İldeniz.

  Burak ise “Hissedersin ama hissetmenin derecesini yani bunu daha mantıklı davranarak bunu daha az hissedebilirsin. Ya da kendini ona kaptırarak daha fazla hissedebilirsin. Her türlü hissedersin. Korkuda da aynı şekilde. Elbet korkarsın ama kendini o korkuya o kadar inandırırsın ki çok çok korkarsın. Ya da az korkarsın.” düşüncesinin arkasında duruyor.

  “Evet, gerçekten bir fobiye dönüşür bu mesela. Ve korkak olursun. Evet, tam olarak dediğin gibi, bir şeyde korkmaya devam edersin ve onu gerçek bir korkuya dönüştürürsün ve sen bir korkak kişisine dönüşürsün. Âşık kişisi böyle oluşmalı zaten. Yani bir insan aşk duydu diye âşık olamaz. Âşıklık bir durum değil çünkü, aşk bir duygu. Mesela uçurumdan atlamaktan korkuyorsam uçurumdan atlamaya mı, uçuruma mı korkak oluyorum. Hayır, ben onu bir fobiye dönüştürdüğüm için, bir kalıba soktuğum için korkaklaşıyorum. Âşıklık da bence bu şekilde adlandırılabilir. Onu bir kalıba soktuğunda, bir takıntıya çevirdiğinde âşık denebilir. O yüzden âşık kelimesi benim kafamda sizin yücelttiğiniz kadar tatlı bir şey değil. Yani sevgiden bağımsız. Hissettiğin aşkı kalıplaştırmayla ancak kafanda yüceltmeyle vardığın bir mertebe âşıklık. Aşk hissetmeyle doğrudan ilişkili olduğunu düşünmüyorum.”

  “Yani tabi ki de doğrudan ilişkili ama hissetmekten kastım yine yüceltmek zaten. Kendi kafanda kuruyorsun hani bilinçsiz bir şekilde yaptığın bir şey değil. Tamamen değil. Sürekli onu düşünerek sürekli iyi yönlerini görerek kendini manipüle ediyorsun ve sonunda hiçbir kötü yanı olmayan, ulaşılmaz en üstteki şey oluyor senin için.”
  
“Evet, asıl demek istediğim şuydu evet korku da duygular gibi aşk da ana ait bir şey hani senin statün âşık olamaz. Aşk hissettiğin sırada evet âşıksındır ama bundan bahsetmeye gerek yok. O sırada bahsetmen gereken şey aşk duyuyor olmak. Âşık olmak bir statü olamaz. Âna ait bir şey.”
  
  Refik de ekleme yapıyor: “Ya bu konuda aşkın az önce bahsettiğim üç aşamasından biz daha çok ilk aşamasını aşk olarak adlandırıyoruz. O heyecanı duyduğumuz işte kalbinin pırpır attığı noktayı, kelebekler falan. Bu kelebekler 6 ay ile 13 ay arasında sürüyor. Maximum sürebileceği 3 yıl bunun ve ondan sonrasında ikinci aşamaya geçiyorsun ve artık heyecanı her türlü bitmiş oluyor. Bu konuda da işte takıntı haline getirme konusunda da aşk ile kara sevda diye bir ayrım var kara sevda imkansız, ne bileyim, o takıntı haline deniyor. Bu konuda ilk teşhisi dünyada İbn-i Sina koymuş. “Malihülya” yani karasevdaya tutulmak olarak Türkçeleştirebiliriz bu hastalığı. Zamanın birinde vezirlerden birinin kızında buluyor İbn-i Sina bunu. Bu vezirin kızı yemeden içmeden kesiliyor, çok kilo veriyor. Ölecek gibi oluyor artık. İbn-i Sina’ya götürüyorlar ve İbn-i Sina kızın nabzını tutmaya başlıyor ve İstanbul’un semtlerini sayıyor. Kızın bir semte geldiğinde nabzının arttığını hissediyor. O semtte bir delikanlı olduğunu anlıyorlar. O delikanlıyı bulup evlendiriyorlar ve kız düzeliyor.” 

  “Konum üzerinden çalışıyorlar yani?”. “Dönemin ilk navigasyonunu İbn-i Sina buluyor.”

  Refik devam ediyor: “Bu konuda şöyle de bir ayrım var. Aşk bir uranyuma benzer diyor Nevzat Tarhan. Yani o takıntıyla ne yapacağın tamamen sana kalmış. Mükemmel bir enerji verebilir ama seni parçalayabilir de. Bu da kişinin biraz olgunluk seviyesine, kendisini geliştirmesine bağlı olarak kullanılabiliyor. Mesela Mevlana, Yunus Emre gibi insanlar bu kara sevdadan kurtulmanın yolunu ebedi aşkta bulmuş. Çünkü kara sevdada olay genellikle kaybetmek üzerine. Takıntı haline getiriyorsun evet, ama kaybetmeyi takıntı haline getiriyorsun. Bunlar da kaybedemeyecekleri bir şeye âşık olmuş. Yani aslında baktığımızda hiç tasavvuftan başlamak değilmiş amaçları, normal âşık olmuş bu adamlar ve kendilerini tasavvufa vererek bunun acısını azaltmışlar.”

  Burak da ekleme yapıyor. “Fırsat maliyetine girmek istiyorum ben bu konuda. Aşk ve kara sevda dedin değil mi? Ya şimdi kazandığında her bir sonraki gün bir önceki güne göre daha az verim alıyorsun ve daha sıradanlaşıyor. Kara sevdadaysa her gün kazanamamaya daha çok yaklaştığın için kazanamamadan aldığın verimin tersi olan şey artıyor. Verim artıyor? Antiverim? O da yine fırsat maliyetiyle alakalı bir durum galiba.”
  “Aşkın süreci o da kişiden kişiye değişir. İnsanın aşka tanımına göre. Ben hakikaten aşkı -mesela üç bölüme ayırıyormuşsun- o üçüncü bölümden, aşkın o pik yaptığı andan bahsedecek olursak bence cinsellikle direkt olarak bağlantılı. Yani bunu hissetmek için o işin olmasına gerek var bence. O da ne bahsettikleri gibi üç gün ne de üç ay sürecek değil. Bu da çok göreceli bir şey ama İbn-i Sina’nın da, evvelinin de, her birimizin de farkında olduğu gibi önemli olan tek şey bu hayatta pipi ne yazık ki. Pipi diye şimdi erkekler üzerine genellemeyelim ama…” “Magritte’in bir tablosu var onla alakalı…” ve espriler espriler devam ediyorlar…

  Cinsellik amaç mıdır araç mı?
  İldeniz başlıyor. “Hangi dava üzerinde konuştuğumuza göre değişir ama yani üst çok tepeden bakacak olursak amaçtır. Yani dünyaya onun için geldik gibi hissediyorum.”
Refik devam ediyor: “Şimdi yaşa çok bağlı. Bir lise öğrencisine sorarsanız bunu cevap bellidir. Aşk…”
  “Ne sorduğuna da bağlı. Sence cinsellik amaç mı araç mı “Cinsellik mi? heheh” diye de cevap verebilir.” “Lisesine de bağlı elbette. Ama atıyorum 75 yaşındaki bir insan için amaç biraz şaşabilir.”.“Bence o da aynı cevabı verecektir. ”Eee, cinsellik mi?” diyecektir duymamış bir şekilde ve umurunda bile olmayacaktır. Gerçi öyle de demeyelim 75 de çok uzak değil. Burak’ın 8 yılı var mesela.”

  İldeniz şunu da ekliyor. “Bir de şu mevzu da var insanların şeyinin derdi herkesi umursatıyor. Yani arkadaşımın şeyinin derdini gerçekten umursuyorum çünkü biliyorum ki onun hayatında gerçekten çok önemli bir yeri kapsıyor. Onun mutlu olmasını sağlayacak şey olduğunu biliyorum ve nerdeyse en çok önem verdiğim şey onun şeyinin derdi. Onun kazandığı para, onun işte oturduğu ev falan değil şeyinin derdini en çok umursuyorum. Bir araya geldiğimizde de eğer tüm şartlar elverişliyse hepimizin konuşmayı tercih ettiği şey bu. Yani bir kafede oturduğunuzda fark edeceksinizdir insanları veya kendi muhabbetinizi dinlerseniz. Dedikodular da genelde bu cinsellik, cinsel ilişkiler, bireysel ilişkilerin tabuları üzerine yapılan dedikodular falan oluyor. Elverişli koşulların ardından işte barınmamız, giyinmemiz ve yemek yememiz oturduktan sonra bir memeli olarak yapmamız gereken tek şey çiftleşmek.”

  “Ya böyle söyleyince dışardan bir baktım oldukça sığ olarak tanımlayacaklar bizi, de burada kastedilen şey şeyinin derdi derken sadece karı kız değil. Burada bahsedilen şey herhangi bir birliktelik, ilişki, insan ilişkilerinin tümü. Çok basite indirgeyip sadece seksten bahsetmiyoruz yani bu kadar öküzce konuştuğuma bakmayın.”

  Düğünler ve Takılar
  “Düğünden çok fazla bahsetmeye gerek yok çünkü çok fazla bahsetmeye gerek var. Ya gerçekten bu kadar demode bu kadar primitif bir gelenek olamaz bana soracak olursanız. Evlenme hadi bazı kalıplara gereklilik olarak sokulabilir, tamam hadi kabul ediyoruz, hukuki bir birliktelik falan ama abicim düğün falan çok demode ve primitif. Yani neyiz biz? Böyle insanları toplayıp yani benim eniştemin kuzeninin torunu halay çekecek diye niye ben o kadar onlarca para harcıyorum? Ne bu gösteriş? Ne bu gösteriş merakı?”

  “Ben de takı konusunu aşırı saçma buluyorum. Altın olayına çok karşıyım, özellikle hani taş ya taş bu! Hani bir metal parçası…”. “Ama mühendis olarak buna katılmıyorum altın gerçekten değerli bir maden ve ne olursa olsun yüz yıllar boyunca hazinelerin esas malı, ölçü birimi olacak.”. “Buna tamamım, az bulunan değerli bir maden. Buna değer biçilmesine tamam ama bunu kulağıma gerdanıma takmayı anlayamıyorum. Çok ilkel bir dürtüyü tatmin etmek için yapıyoruz bunu tamamen saçmalık, zırvadır bu ya!”
  Burak’a soruyoruz sonra, o yapar gibi geliyor bize. “Ben bir düğün yaparım yaa, ama böyle değil. Bir caz müzik eşliğinde falan. Sünnet düğünü belki… Çocuğuma. Ya da kendime de yapabilirim. Sünnet düğününü sonradan yapsan oluyor mu? 15-20 yıl sonra falan? Evet evet ilerde caz eşliğinde sünnet düğünümü yapacağım, sizi de beklerim.”

  Evlilik konusunda Refik anlatıyor: “’Evlilikte aşk esas değil, güven esastır.’ diyor Nevzat Tarhan. Çok da haklı söylüyor. Çünkü iyi iş birlikçi iki insan gerçekten daha sonradan birbirine âşık olabilirken birbiriyle anlaşamayan iki âşık hayatı birbirine zindan edecek bir ikili olabilir. Ki muhtemelen öyle oluyor. O yüzden aşktan ziyade anlaşmak, saygı, hoşgörü önemli. En iyisi görücü usulü diye tahmin ediyorum ben de.”
“Çok fark etmez ya. Evlilik, daha doğrusu çekirdek aile -anne baba ve çocuklardan oluşan kurum- toplumun en çekirdek kurumu, kesinlikle yıllar boyunca bizim sosyal yapımızda olması gereken en sağlıklı kurum. Bunun için de evlilik gerekiyorsa olsun. Fakat sağlıklısının nasıl olduğu sürekli değişecek bir şey gibi geliyor bana. Şu anda her biri sağlıklı olabilir yani. Böyle bir genelleme yapamıyorum. Tinder’dan yapılan bir evlilik de sağlıklı olabilir. Görücü usulü de çok mantıksız bir şey değil. Görücü usulü çok mantıklı bir şey hani. Bir insanın, akil bir insanın iki insanı benzeştirip onların anlaşabileceğini düşünüp de onları bir araya getirmesi, iki insanın barda tanışıp sevgili olmasından daha mantıklı bence.” Diyor İldeniz.

  “Ya zaten kültürümüzde görücü usulünü herhangi bir insan yapmıyor genellikle. Ailede o işi yapan genellikle bir yenge var, uzman kişi. İnsan sarrafı diyebiliriz bu insanlara ve işlerinde gerçekten iyi olduklarına gönülden inanıyorum.” Diyor Refik de.
“Ama artık görücülük de yengelere değil de biraz arkadaşlara kalmalı sanki. Ya benim işte ilkokuldan bir arkadaşım var sana çok uyar tarzındaki birleştirmelerin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.”

  Refik: “Ama profesyoneller yapsa daha iyi bence. bu işin okulunu okumuş yengeler…". " Onlar mutfakta alaylılar.” Diye ekliyor Burak. “Hani böyle yengeler genelde bir aile buluşmasında mutfağa birlikte kaçarlar, bir fıkırdatırlar. Orası çok önemli bence, bu işin mutfağı orası...”. “Bir de master var, hamamlar. Ben Güneydoğuluyum, hamamdır bizde esas.”

  Cinselliğin insan hayatındaki yeri nedir?
  “Olmazsa olmazı olduğunu söyleyebiliriz artık.”
  “Çok aşık olduğunuz biriyle mutsuz bir cinsel hayat mı, yoksa aşık olmadığınız biriyle mutlu bir cinsel hayat mı?”

“Benim için açıkçası aşk çok önemli bir şey değil. Oksijen değil benim için yani aşka çok ihtiyacım yok. Ama bir birlikteliğe ihtiyacım var yani. Çoğu insanın da dediği gibi bir kadın bağımlısı denebilir bana fakat kesinlikle aşk arayan bir insan o heyecanı arayan bir insan değilim.”

  “Sizde de öyle mi bilmiyorum ama aşka karşı bakışım değişiyor seneler içinde benim. En tepeden bakarsak, aşka inanırsın ya da inanmazsın. Benim bu ikisi arasında sürekli gidip geldiğim oluyor. Bir yıl inanıyorum iki yıl inanmıyorum sonra iki yıl inanıyorum falan… O yüzden ben de muhtemelen sana katılacağım bu konuda. En azından bugün ve bir süre daha galiba.” diyor Burak.

  Sonra Refik’i dinliyoruz: “Ya bence de aşkı herkes bir kere tatmalı hayatında ama hani daha önceki bölümlerde bahsetmiştik zaten, bazı kelimeler vardır ve yaşamadan ne anlama geldiklerini asla bilemezsin. Zaten herkesin aşkı birbirinden farklı olacak. Bunun sebebi de bence yine daha önceki bölümlerde bahsettiğim gibi, bazı tanımlar oturduğu için o tanımları tamamen kabulleniyoruz. Ama aşkın tanımı hiçbir zaman tamamen yapılamadı ve hala orda bir özgürlüğü var insanın. Bu yüzden bence çok güzel bir fırsat. Tanımı yapılamamışken herkes kendi tanımını yapmalı bu duyguya. O yüzden bir kere de olsa aşk yaşanır. Ama baktığımız zaman sanki aşk da ölen bir şey olduğu için mutsuz bir cinsel hayatla aşkım çok daha hızlı ölürdü diye tahmin ediyorum. Yani o yüzden soru biraz yanlış geldi bana ben soruyu tam kabul edemedim. İkisinden de vazgeçememiş de olabilirim.”

  “Çok Freudian konuşmaya gerek yok da bunun için yaşıyoruz yani. Sabah kalktığımızda bunun için işe gidiyoruz, bunun için para kazanıyoruz, bunun için ruj sürüyoruz, bunun için dişimizi fırçalıyoruz, bunun için parfüm sıkıyoruz, bunu için iyi eğitim alıyoruz yani evet. Hepimiz aslında nerdeyse her şeyi iyi sevişmek için yapıyoruz. Bana soracak olursan; üremenin sonucu ürününün ardından, sadece ebeveynlik konusunda bir şeyleri iyi sevişmek için yapmıyoruz. Bence dünyada iki emel var. Birisi üremeye çalışmak, birisi de üremenin ardından yetiştirmeye çalışmak.”

“Hayatta kalmak o kadar da elzem değildir diyorsun.”
 “Ya bence yine de bu kadar şey değil yani. İnsanın temel amacı üremek olamaz, buna katılmak istemiyorum. Kabullenmek istemiyorum cinselliğin birinci seviyede önemli olabileceğini. Yani daha ulvi amaçları olabilir insanın. İz bırakmak falan olabilir mesela. Herkes için değil yani ama yine de herkes için de ilk amaç ya da en önemli amaç cinsellik üremek olmamalı.”

  “Sadece cinsellik değil de, en büyük amacımız tatmin. Sadece tatmin için yaşarken böyle büyük bir tatminin de yerini asla göz ardı edemeyiz zaten.”

  “Yani temeline ne kadar alabiliriz hayatın bilmiyorum yani şu an. Önce bir kendi temel ihtiyaçlarımızı halletmemiz gerekiyor. Bir seviyeye ulaşmamız gerekiyor ki kafamız gerçekten sekse de biraz daha yatkın olsun. Yani barınacak yeri yokken gerçekten insan sevişsin istemiyor.”

  “Tabi tabi zaten memelilerin özelliği de odur zaten kaplan aslan direkt çiftleşmeyi düşünmez. Öncelikle barınacağı yer belli olur. Sonrasında doğru bir iklim bulurlar, ölmeyecekleri hava koşullarını. Orada barınırlar ardından yemeklerini sürdürülebilir bir şekilde bulduktan sonra, her şey elverişli olduktan sonra çiftleşmeye başlarlar. Hayvanlar, memeliler daha doğrusu. İnsanlarda da o içgüdü aynı şekilde.”
  “Önceliğimiz hayatta kalmak diyebiliriz o zaman.”

  “Ben çok Freudian bir insan değilim ama sizin aranızda kutuplaşmadan ötürü baya freudianmışım gibi oldum. İnsanlar da beni yanlış anlayacaklar. Sizi de muhafazakar anlayacaklar.”
  “Biz çok muafazakar insanlarız…”
  “Evet gerçekten niye öyle oldu? Evin havasından dolayı olabilir. Yeşile boyamayacaktım abi duvarları… Bir önceki halini görmen lazımdı. Koyu yeşile boyamışlardı evin içinde türbe havası vardı. Girerken Fatiha okumadan duramıyordum ve bu kadar kapatabildik.”

Evet, bu bölümde de Âşıklar Çıkmazı’nda sizlerle buluştuk. Burak, Refik ve İldeniz’in fikirlerini dinledik, şimdi de sizin düşüncenizi merak ediyoruz. Fikirlerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın!

Katkı Sağlayanlar:
Yazan: Selin Kudunoğlu
Konuşmacılar: Ali Refik Varol, Burak Saldıroğlu, İldeniz Konakçı

No comments:

Post a Comment

S1B6 YALI ÇIKMAZI

Martılar ve Kargalar 6. bölümümüz olan Yalı Çıkmazı’nda Osman Nuri Ergin’i anarak karşınızdayız. “Hoş geldiniz, hoş bulduk, hoş geldin...