Yeni bir bölüm, yeni bir çıkmaz. Podcast
Çıkmazı her bölümde olduğu gibi Osman Nuri Ergin’i anarak sizlerle birlikte. Bu
seferki çıkmazımız “Medeniyet Çıkmazı”.
Medeniyet Nedir?
Uygarlık. Bir toplumun maddi ve
manevi varlıklarına, fikir ve sanat çalışmalarına bunlarla ilgili niteliklerin
tümüne verilen isimdir.
Medeniyet Çıkmazı neden Medeniyet
Çıkmazı?
İldeniz bu konuda şöyle bir
teoriye sahip: Bu görevi bir memura vermişler, sen al bu sokakları tek tek
isimlendir diye. Adam 200 tane isimlendirirken etrafına bir bakıvermiş, orda
bir medeniyet, hukuk ya da belki istiklal marşından falan görüp yapıştırmış. Yani
sokağı, caddeyi, çıkmazı görmemiştir bile. –ağır bir ithamda bulunuyor biraz-
Burak’ın teorisi ise şu şekilde: Belediye
Meclis Üyeleri takım elbiseleriyle o sokağa gitmişler bakmışlar sokağa giden
bir yol yok, yerler taştan falan. “Ulan burada medeniyet yok!” demişler.
İnsanlara da bir bakmışlar, buradan hayatta medeniyet falan çıkmaz deyip
Medeniyet Çıkmazı adını vermişler. –yine çok ağır bir itham, daha da ağır-
Refik ise bunun güzel bir hikayesi
olduğuna inanıyor. Hikayeleştirmeyi sevdiğinden de olabileceğini not düşüp
anlatıyor: İstanbul’da yerleşik hayata geçen ilk insanlar belki de tam olarak
orada kabile kurdular. Ve orada hala bir şekilde, bir yaşam olduğunu biliyoruz.
Bu yüzden Medeniyet Çıkmazı dedik belki de.
Nerde ortaya çıktı peki
“medeniyet”, “devlet” ve “toplum”?
“Devlet bütün toplumların
kaderidir.” Diyor Fransız bir antropolog olan Clastres. Burak’a göre bu eksik
bir düşünce. Hala tam olarak bir medeniyet kurmamış, kendi halinde yaşayan
ilkel toplumlar var. Ama yine de devlet, medeniyet büyük çoğunluğunun kaderidir.
İlkel toplumlardan bu döneme nasıl
gelindi? Devletleşme nasıl oldu?
Bu konuda enteresan teoriler
bulunmakta. Bunlardan bir tanesi devletin ilk olarak Mezopotamya’da ortaya
çıktığından bahseder. Bir diğeri ise Güney Amerika’da İnkalar üzerinden
oluşturulmuştur. Mezopotamya ile ilgili “ Fetih Teorisi” vardır. Bu teori çiftçiler
ve çobanlar arasındaki ilişkiyi anlatır. Bir tarafta kendi çıkardıkları
ürünlerle kendilerine yetebilen çiftçiler, öbür tarafta ise dağlarda yaşayan
çobanlar vardır. Çobanlar elverişli dönemlerde kendilerine yetebilseler de -hayvanların
yaşamasına elverişli olmayan- kurak dönemlerde çiftçilere saldırırlar. Bunun
sonucunda dört olasılık karşımıza çıkar: Saldırı sonucunda çiftçiler
kazanırsa sıkıntı olmaz. Çobanlar yok olur ama çiftçiler yaşamlarını sürdürmeye
devam ederler.
Çobanlar kazandığı takdirde üç
ihtimal vardır: Birincisinde çobanlar kazanıp geri dönerler. Yağmacı olup
ihtiyaç duyduklarında farklı yerleri yağmalarlar fakat bunun sonucunda bir
toplum kuramazlar. İkinci ihtimalde çiftçileri öldürürler fakat kendileri
üretim yapmayı bilmedikleri için onlar da bir süre sonra yok olurlar. Üçüncü
ihtimalde ise çobanlar çiftçileri daha fazla üretime zorlamaktadırlar ve
kazançlarının bir kısmını onlardan alırlar. Buna karşılık da çiftçileri diğer
çobanlara karşı korumayı teklif ederler. Bunun sonucunda çobanlar yönetici,
çiftçiler yönetilen kesim olurlar. Mezopotamya’da devletin bu yolla ortaya
çıktığı savunulur. Birkaç nesil sonra ise çobanların torunları –ya da torunlarının
torunları- yöneticilik vasfını kaba kuvvetle değil de gerçekten kendilerine hak
olarak verildiği düşüncesini diğerlerine empoze ederek yönetici ve yönetilen kısımları
ortaya çıkarmışlardır.
Inkalar’da ise durum şöyledir: Bu
topraklarda tarım yapan topluluk yer sıkıntısı çeker. Herkes tarım yapar fakat
bir tarafta Ant dağları, bir tarafta okyanus vardır. Kalan alan da çöllerle
çevrilidir. Nüfusun artışıyla tarım alanları yetersiz kalmaya başlar. Bunun
sonucu mecburen birileri diğerlerini fethetmeye yönelir. Böylece kaybeden toplumlar
boyun eğmek zorunda kalır. Fetheden toplumlar kaybedenleri ya haraca bağlarlar ya
da katlederler. Bu şekilde bir köy diğer hepsini denetimi altına alır ve bunun
sonucunda şeflikler oluşur. İlk devletli toplumların bu şekilde kurulmuş
olabileceği düşünülmektedir.
Devlet
Devletle ilgili genelde üç teori
üzerinde durulur. Bunlar L...s, Hobbes ve Rousseau‘nun teorileridir. Refik kendisine
en mantıklı gelen teorinin Hobbes’un teorisini olduğunu söyleyerek açıklıyor:
Devletler olmadan önce ortada bir kaos vardır. Güçlü olan güçsüz olanı ezer. Ve
bir yerde insanların haklarını koruyabilmeleri için buna dur denmesi gerekir.
Bu amaçla bir toplum sözleşmesi hazırlanır ve eldeki tüm yetki Leviathan isimli
zorunlu, gerekli bir “kötüye” verilir. Evet, kendisi bir “kötüdür” fakat onun
varlığı hayatı düzene sokmaktadır, diğer kötülükleri engellemektedir. Artık kötünün
kaynağı bellidir ve bu durum gerçek yaşantıyı basitleştirir. Rousseau eskiden
eşitlik olduğunu söyler ve sadece ceza verme yetkisini devlete verir.
Kuralların olmadığı bir dünyada eşitlik söz konusu olamaz, bu yüzden Hobbes
haklıdır diyor Refik.
Ormanın Peygamberleri
Devletli topluma geçişte etkileri
olan bir diğer gruptur. Güney Amerika’da vadedilen topraklara ulaşmak için
insanlar şamanların önderliğinde yollara düşerler. Kötülüğün olmadığı dünyaya
doğru yola çıkmışlardır. Bunun sebebi şeflerin otoritelerinin artması ve
toplumdaki eşitlikçi yapının bozulmasıdır. Zaman geçtikçe peygamberlerin
insanlar üzerindeki etkisi şefleri geçer. Şamanlar sadece tek bir sözle –diğerlerinin
aksine- baskı yapmadan çok çok büyük kitleleri etkilemeye başlamışlardır. Sonuç
olarak sadece sözleriyle, kendileri için ölebilecek bir toplum ortaya
çıkarırlar. Bunun üzerine vardıkları topraklara su getirip besin üretmek için
çalışırlar. İlkel toplumdan devletli topluma ilk geçişi bu kişilerin sadece
sözle, dini önderleriyle toplumdan kaçarken büyük bir toplum yaratmalarında
görebiliyoruz. Ki Burak da bu teoriyi anlatırken oldukça enteresan olduğunu
belirtiyor. Eğer siz de bu teorilerle
ilgileniyorsanız Oktay Uygun’un “Devlet Teorisi” kitabında bulunan diğer
teorileri de okuyabilirsiniz.
Kurallar ve devlet gerekli midir?
Elbette bir toplumun yeterince
elverişli şartlara erişebilmesi, kaynakları daha fazla kullanabilmesi ve kendi
içinde adaletli ve düzenli bir şekilde yaşayabilmesi için bir otoriteye ihtiyaç
vardır. Aynı zamanda bu otoritenin kültüre ve toplayıcı yapıya da sahip olması
gerekir. Bununla birlikte kuralların hepsi önemlidir. Cezalarının daha az veya
fazla olması aslında hiçbir şey belirtmez. Sadece o kurala uymayan daha fazla
insan vardır ve bu yüzden cezasını arttırmışlardır. Eğer biz bir kurala önemsiz
dersek -mesela o kuralların içinde yaşayan bir insan olarak eğer yaya
geçidinden geçmek- diğer insanın adam öldürme yasağına gereksiz demesine
eleştiri yapamayız. Bu yüzden tüm kuralları dikkate alarak, onlara uyarak
yaşamalıyız.
İldeniz’e göre “medeni”
mertebesine erişmek için olması gereken, kişinin devletin koyduğu kurallara
uyması ve uyduğu sırada da bunun kendisine faydası olduğunu bilmesidir. Mesela Almanya
ve Türkiye arasındaki, yani bu bahsettiğimiz medeni ütopya ile Türkiye
arasındaki fark budur. İnsanlar vergi vermeyerek, kırmızı ışıktan geçerek yani
bir şekilde kurallara uymayarak daha kârlı olduklarını düşünürler. Doğru, kısa
süreçte bu davranış kendisine fayda sağlar ama daha medeni bir toplumda yaşayan
bir insan kırmızı ışıkta durduğunda bunun kendisine faydası olacağını bilir.
Çünkü o kişi öyle bir toplumda yetiştiği için araba sürdüğü sırada daha az şeye
dikkat etmek zorunda kalacaktır. Yani insanların kurallara uyacağını bildiği
için daha az efor sarf edecektir. Ya da vergi konusunda daha düzenli davrandığı
için kendi hanesi de aslında devletin ekonomisinden yine daha fazla kazanmış
olacaktır. Kuralların kendi faydasına olduğunu anlamak medeniyet mertebesine
erişmektir.
Evet, bizce medeniyet yolunda
atılması gereken adımlar var. Bu belki birilerinin mücadelesiyle belki de
medeniyetin doğuşu teorilerindeki gibi kendi kendine gerçekleşecek. Fakat
hangisi olursa olsun medeniyet yolunda ilerlemek insanlığı geliştirecektir.
Belki de Ormanın Peygamberleri'ne ihtiyacımız vardır, ha?
Bu hafta Medeniyet Çıkmazı’nda
bize eşlik ettiğiniz için teşekkür ederiz. Başka bir çıkmaz sokakta buluşmak
üzere…
Katkı Sağlayanlar:
Yazan: Selin Kudunoğlu
Konuşmacılar: Ali Refik Varol, Burak Saldıroğlu, İldeniz Konakçı
Katkı Sağlayanlar:
Yazan: Selin Kudunoğlu
Konuşmacılar: Ali Refik Varol, Burak Saldıroğlu, İldeniz Konakçı
No comments:
Post a Comment